Translate

18 Aralık 2013 Çarşamba

Hala Korkuyorlar

Başbakan Erdoğan'ın Ekonomi Başdanışmanı Yiğit Bulut son yapılan operasyonlarla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

Türkiye düne ülkeyi derinden sarsan bir şokla uyandı. "Büyük Rüşvet" adıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın başlattığı şafak operasyonuyla İçişleri Bakanı Muammer Güler'in oğlu Barış Güler, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın oğlu Salih Kaan Çağlayan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğlu Abdullah Oğuz Bayraktar, Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir ile işadamı Ali Ağaoğlu'nun da aralarında bulunduğu 84 kişi gözaltına alındı.
Dış basında da geniş yankı bulan operasyonla ilgili farklı isimlerden açıklamalar gelmeye devam ediyor. Başbakan Erdoğan'ın Ekonomi Başdanışmanı

13 Aralık 2013 Cuma

Musevi Çocuk

Sultan Abdülmecid Han yaklaşık 150 sene önce, her birine özel bir (o zamanın) mikroskop tahsis ederek babası Sultan II. Mahmud’un kurduğu tıbbiyedeki öğrencilerini gezer, öğrenciler içinde Türk, Ermeni, Rum, Arab vs. öğrenciler vardır dolayısıyla müslüman, ortodoks hristiyan, kirkoryan vs… Bir tane öğrenci de Musevidir. Sultan durup, bu öğrenci hakkında (bu arada dikkat, Osmanlı bir şeriat devleti ve sultan dediğimiz adam müslümanların yeryüzündeki halifesi!..) “Bu Musevi çocuk etle süt bir arada yiyemez, hayvan iç yağı yiyemez, ona kendi şeriatindeki helal yiyecekleri temin ediyormusunuz?” diye sorar… Hatta Cumartesi günü dini vecibe olarak Yahudiler bayram eda ettiğinden ona özel tatil günü yapılmasını tembihler ve o öğrenciye özel bir mutfak kurdurur…. Osmanlı işte böyle “Osmanlı” olmuştu…. Şimdi kaç tane “laik” demokratik ülke var bu hassasiyeti sağlayabilen? Felsefede meşhur bir hata, (straw man fullacy) korkuluk hatasını bazı konularda zaman zaman doruklarda yaşayan bir ülkenin vatandaşlarıyız. Osmanlı Devlet-i Aliyye, devlet rejimi ile ilgili kesin bir biçim tanımlamayan Kur’an Kerim’in şeri hükümlerinden beslenen adalet anlayışıyla bu gün ki “çağdaş” demokrasilerin yetişemediği bir adalet tesis etmişti…

8 Aralık 2013 Pazar

Rockefeller’den Son Yüzyılın En Büyük İtirafları 2

TÜRKİYE’DE PARA İTİBAR GÖRDÜ, ARKADAŞ, DOST, AİLE GİBİ KAVRAMLAR UNUTULDU
Bu arada, Özal bütün bunların yapılabilmesi için gereken kanunları yavaş yavaş çıkarmıştı. Bu ülke vahşi kapitalist sistemle o kadar çabuk uyum sağladı ki, bizim bile düşünemediğimiz hayali ihracat gibi vurgun yöntemleri keşfettiler. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı. Bu arada, yerli sanayi can çekişiyor, küçük işletmelerden başlayarak yavaş yavaş büyük işletmelere doğru bir iflas dalgası yayılıyordu. Devlet işletmeleri ise bizim istediğimiz yöneticilerin atanmaları sağlanarak zarar ettiriliyordu. Sonunda bu işletmeler ya kapatılıyor, ya da özelleştirme hikayesiyle, ucuz fiyatlarla şirketlerimiz tarafından ele geçiriliyordu.
“KÜRT DEVLETİ PROJESİNİ” HAYATA GEÇİRMEK İÇİN ÖNCE ÖRGÜT YARATTIK
Beyni yıkandığı için temiz hayallerle işe başlayan Özal, sonunda bu sistemin gerçeklerini görerek kendisini de kapitalizmin çarklarına kaptırdı. Ailesini ve yakın çevresini zengin etmeye başladı. Öyle bir duruma geldiler ki Özal’ın çevresinde prens ve prensesler ortaya çıkmaya başlamış, biz ülke monarşizme dönüyor diyerek kaygılanmaya başlamıştık. Aslında tam bir komedi oynanıyormuş. Her neyse, ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya maloldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için *** denilen bir örgüt yaratıldı. Bu örgütle uğraşmak ülke ekonomisine çok büyük zarar verdi ve şu anda koskoca Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan bir avuç toprakta varlığını sürdüren Türkiye, bizim

Post Modern Haçlı Seferleri

2001’de ABD Başkanı Bush’un ve 2004’te de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, bugünkü Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar için ‘Haçlı Seferi’ ifadesini kullanmış olmaları, dikkatimizi bu seferlere çekiyor.

Bilindiği üzere Haçlı Seferleri, 1071 Malazgirt savaşı sonunda Anadolu’da yenilen Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans’ın Avrupa topraklarına geri çekilip, yeni güçler toplayarak Anadolu’ya ve kutsal topraklara yaptığı seferlerin adıdır. 1095-1270 yılları arasında kesintili olarak 165 yıl sürmüş olup, tam sekiz kez Haçlı orduları Anadolu ve kutsal topraklara saldırmıştı.

Haçlı’nın üç temel amacı vardı;

27 Kasım 2013 Çarşamba

Rockefeller’den Son Yüzyılın En Büyük İtirafları

ABD’li Yahudi bankacı iş adamı David Rockefeller den son yüzyılın en büyük itirafları…..
ABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockefeller, son yüzyılın en büyük itiraflarını yaptı. Rockefeller’e atfedilen bu itiraflar, aslında hepimizin bildiği tarihi gerçekler..
İşte David Rockefeller’in söyledikleri:
TÜRKİYE’YE ADNAN MENDERES ZAMANINDA “MARSHALL YARDIMI” İLE EL ATTIK
Mesela Türkiye’yi ele alalım. Türkler de yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bize desteğimizle Adnan Menderes gelmişti. Aslında Menderes bizimle başta gayet güzel bir diyalog kurmuştu. Bizden seçimde aldığı destek karşılığında, Marshall yardımı adı altında devamlı borç alıyor ve ülkesinde yatırımlar yaparak sanayi yapısını geliştiriyordu. Fakat o kadar plansız ve programsız harcama yapıyordu ki ödeme günleri geldiğinde, bizden, borç ödemek için tekrar tekrar borç istemeye başladı. Biz de kendisinden ülkesini yabancı sermayeye açmasını ve bizim şirketlerimize özel imtiyazlar tanımasını, diğer bir deyişle Osmanlı İmparatorluğu’na dayatılan kapitülasyonlar benzeri şeyler talep ettik Menderes bize bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceğini söyledi ve bizden uzaklaşamaya başladı. Ülke insanı ilk defa asfalt yollarla tanışıyor, fabrikalar arka arkaya dikiliyordu. Ülkenin çoğunluğu Müslüman olduğu için ülkenin her yerine camiler yaptırıyordu. Menderes bu şartlarda iktidarda ki yerini uzunca bir süre için, sağlamlaştırdığını sanıyordu. Bi

24 Kasım 2013 Pazar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın kuruluşundaki Yahudi oyunları


İngilizler MB'ye Ortaklar mı?


İki hafta önce Skyturk TV'de ilginç bir program yaptım. Konuğum uluslar arası finans danışmanı Mete Akıncı’ydı. Akıncı programda birbirinden ilginç o kadar çok bilgi verdi ki izleyiciler gibi bende şoka girdim.
...

Yayın sırasında mail box’ım çöktü, reji gelen telefonlardan kilitlendi. Program bir kez daha yayınlandı.

Akıncı’ya göre Suriye’den sonraki durak Yemen olacaktı. Ama asıl sırada Arabistan vardı. Çünkü Fahd’ın Batı’daki bankalarda çok yüklü miktarda parası vardı ve bu para iflasın
eşiğindeki Amerika’nın ağzının suyunu akıtıyordu. Sıra ona da

21 Kasım 2013 Perşembe

PAKİSTAN'IN HALEN TEDAVÜLDEKİ MUHAMMED ALİ CİNNAH VE OSMANLI BAYRAKLI KAĞIT PARASI İLE 1948 BASIMLI OSMANLI TUĞRASI FORMUNDA METAL PARASI

PAKİSTAN'IN HALEN TEDAVÜLDEKİ MUHAMMED ALİ CİNNAH VE OSMANLI BAYRAKLI KAĞIT PARASI İLE 1948 BASIMLI OSMANLI TUĞRASI FORMUNDA METAL PARASI

İngiltere’nin 16 Mart 1920'de İstanbul’u işgal etmesi, Osmanlı Devleti'nin her zaman sâdık bendesi olmuş Hind Müslümanlarını (Pakistan ve Bangladeş dahil) tekrar ateşledirdi. Protesto için Amritsa şehrinde büyük bir miting yapıldı. Mevlana Ebul Kelam Azad, Muhammed Ali Cinnah ve Mahatma Gandhi’nin katıldığı miting Kur’an okunarak başladı. İstanbul’un işgalinden üç gün sonra Hilafet Komitesi adına Muhammed Ali başkanlığındaki Müslüman

17 Kasım 2013 Pazar

İSRAİL'DE MECELLE TÜRKİYE'DE İSVİÇRE KANUNU

Mecelle, Sultan Abdülaziz zamanında, Ahmed Cevdet Paşa’nın önderliğinde kıymetli İslam hukukçularının yer aldığı bir heyet tarafından 1869-1876 seneleri arasında müşterek bir çalışma sonrası oluşturulmuş 1851 maddelik bir medeni kanundur. Ancak yüksek vasıfları sebebiyle dünya çapında itibar görmüş; başta İsrail olmak üzere Osmanlıdan ayrılan ülkelerde yıllarca tatbik edilmiştir. Arapça, Bulgarca, Rumca, Ermenice, Fransızca ve İngilizce'ye tercüme edilen Mecelle için çok sayıda da şerh yazılmıştır.

Mecelle, 1926’da İsviçre Medenî Kanunu’nun alınmasına kadar 57 sene Türkiye'de tatbik edildi. 1926'da ise 1000 yıllık hukuk birikimine sırtını dönen Türkiye kendisiyle kültürel, tarihsel ve duygusal hiç bir yakınlığı olmayan İsviçre'nin medeni kanununu aynen tercüme ettirerek kendi kanu

HİND MÜSLÜMANLARINDAN OSMANLI İÇİN İNGİLİZLERE ÜLTİMATOM

İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından işgali, Osmanlı Halifesine duydukları büyük bağlılık ve sevgileriyle bilinen Hint Müslümanları (Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Burma) arasında büyük tepki ile karşılanmıştı.

Güney Asya Müslümanları 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes antlaşması ile İstanbul’un milletlerarası bir denetime tabi tutulacağını öğrenince Paris Barış Konferansı öncesi harekete geçtiler. Malum 18 Ocak 1918’de toplanacak olan bu konferans da savaşta yenilenlerin durumu ele alınacaktı.

İngiltere’de yaşayan Hint asıllı Müslümanlar İngiliz başbakanı Lloyd George’a 5 Ocak 1919’da bir muhtıra verdiler. Bu muhtırada öncelikle Lloyd George’un ‘’Türk ülkeleri üzerinde Osmanlı İmparatorluğunun egemenliğinin yıkılmayacağına dair ‘’ sözünü hatırlattılar. İlk olarak bu muhtırada;

"ERKEKLER GİBİ SAVAŞAMADIN, BARİ OTURUP KADINLAR GİBİ AĞLA"

Tarık bin Ziyad'ın 711 yılında askerleriyle birlikte Kuzey Afrika'dan gemilerle gelip İspanya topraklarına ayak basması ile Avrupa'nın bağrında yetişecek ilk İslam devletinin de tohumları atılmış oluyordu. 

7.000 kişilik ordusu ile Cebelitarık Boğazı'nı geçen Tarık bin Ziyad, İspanya topraklarına çıkar çıkmaz gemilerini yaktırmak suretiyle askerlerinin akıllarına gelebilecek geri dönme ihtimalini ortadan kaldırarak şu tarihi sözleri söyler: "Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır."

Böylece tarihin görüp görebileceği en göz kamaştırıcı medeniyetlerden biri olan ve Avrupa'nın göbeğinde, İspanya ve Portekiz topraklarında 736 yıl hüküm

OSMANLI HATIRASI

OSMANLI DONANMASININ 1543'DE FRANSA'NIN "NICE" ŞEHRİNİ ZAPTI ESNASINDA DUVARA SAPLANAN OSMANLI TOPU

İspanya İmparatorluğu'nun Avrupa'daki en büyük iki rakibinden biri olan Fransa, baş edemediği İspanyol donanma kuvvetlerine karşı Osmanlı Devleti'nden yardım talep edince Padişah tarafından bu işle görevlendirilen Barbaros Hayreddin Paşa toplam mürettebatı 30.000'i bulan 150 gemilik dev bir filo ile 20 Temmuz 1543'de Fransa'nın Marsilya Lima

9 Kasım 2013 Cumartesi

Boğaz kavgası


Çok şey bilen dostumla dün bir araya geldik. Sadece çay içip konuşacaktık.
Ancak havanın güzelliği mi, yoksa mesaj kaygısı mı bilemiyorum ama dostum zor sustu!

İç siyasetten, dünya dengesine kadar her şeyi konuştuk!
Gerçekten inanılmaz bir hazineydi! Bir insanın bilmediği bir şey olmaz mıydı! Ama yoktu! Boğaz kıyısında sohbet ederken konu bir anda benim kayıtsız kalamayacağım bir noktaya geldi! Ürktüm!

"Gerçekten bunu yapabilirler mi?" diye düşündüm! Ama önceden bir benzeri yaşandığına göre bu da olabilirdi!
Bu korkunun beni sarmaladığı yerden itibaren olan konuşmayı sizlerle paylaşıyorum...
Bakalım sizin fikriniz ne olacak?

* Kanalİstanbul neden mi önemli?

28 Ekim 2013 Pazartesi

YUNANİSTAN'A 4 MİLYAR ALTIN FRANKI NASIL ACIYIP BAĞIŞLADIK?

Kurtuluş Savaşı sırasında Yunan ordusunun işgal ettiği Anadolu'da vahşice öldürdüğü binlerce masum insanın yanı sıra onbinlerce ev, bahçe, iş yeri ve kamu binası da yakılarak yılların birikimi yok edilmiş ve Türkiye büyük bir zarara uğratılmıştı. Bu yüzden Lozan Antlaşması'nın 59. maddesi ile Yunanistan'ın gerçekleştirdiği bu yıkımın tamiri için 4 milyar altın Frank ödenmesine karar verilmiş ve Yunan tarafı da ödemeyi resmen kabul etmişti.

Fakat Lozan'da "tazminat" kelimesi yerine "tamirat" kelimesi kullanılarak Yunanistan'ın dünya önünde suçlu olduğunun kabulü engellenmişti. Antlaşmada sadece savaşta Yunanlıların Anadolu'da verdikleri zararı "tamir" ettirme şartı ile yetinmiştik. Halbuki Yunanistan 1 lira bile tazminata mahkum edilseydi suçu tescillenecekti.

Ancak İsmet Paşa "tazminat" almak şöyle dursun Yunani

Bir Kurtuluş savaşı masalı

Öyle yedi düvele karşı verilmiş bir “Kurtuluş Savaşı” yoktur.

Yoktur da niçin var biliniyor? Çünkü millet hakikatleri bilmiyor, hatırlamıyor. Çünkü millet, “Kurtuluş Savaşı” denilen süreç sonunda sadece “İslam Devleti”ni ve topraklarının çok büyük kısmını değil, hafızasını da kaybetti.

Çünkü milletin siyasi, sosyal, kültürel, hukuki, ameli, tarihi, coğrafi ve hatta imani ve İslami hafızası silindi. Bu yüzden hakikatler hatırlanamıyor.
Şimdi okullarda okutulan “resmi tarih” kitaplarındaki bilgileri önümüze alıp bakalım.

Trakya’dan Artvin’e kadar Karadeniz Bölgesinde savaş oldu mu? Hayır.

Doğu Anadolu Bölgesinde savaş oldu mu? Hayır. İran sınırları zaten 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’dan bu yana değişmedi. Sovyetler Birliği ile olan sınırlar, savaş yapılmadan, Gümrü Andlaşması ile belirlendi. Gerçi, Kazım Karabekir komutasındaki Türk ordusunun bir harekatı olmuştu; ancak bu, işgale karşı değil, Sevr ile boşaltılan illere yeniden askerin girmesinden ibaretti.

İç Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde savaş oldu mu?

24 Ekim 2013 Perşembe

Küresel saldırı

   Küresel saldırı neden arttı?

Soruya cevap vermeden önce kısa süre önce yazdığım bir konuyu bir daha hatırlatmak istiyorum. Yaşananlar, “saldıran yerli-yabancı medya gruplarının sermayedarlarının kim olduğu” ve kullanılan “uzantılar”, BU HATIRLATMAYI ZORUNLU hale getiriyor...

Gelelim hatırlatmaya...

Sevgili dostlar, bundan bir süre önce “malum medyanın” kalemşörlerinden biri “Türkiye’nin Tahrir’i neresi olacak” başlığını atmış ve “istediğimiz an halkı sokağa dökecek organizasyona sahibiz” mesajı vermişti... O günlerde bu arkadaşa bir cevap yazmış ve yazdıklarının şifrelerini paylaşmıştım...

Bugün özellikle MİT Müsteşarımıza yöneltilen saldırılar sonrası bu konuya bir daha değinmek ve o yazımdan “alıntılar” yapmak istiyorum;

“...1- Yazılan: Türkiye’nin Tahrir’i neresi olacak”! Bu cümlenin altında gizlenen: Türkiye’de de Mısır gibi yıllar süren-sürecek bir diktatoryal yapı var ve insanlarımız buna karşı meydanları doldurmalı !...

13 Ekim 2013 Pazar

İsrail'i Beyoğlu'nda kuran BARONLARA yakın olmak

Ne zamandı net hatırlamıyorum ama Corriere Della Sera isimli İtalyan gazetesinin bir muhabiri "Hakan Fidan çok önemli sırları İran'a verdi!" diye haber yaptı! 

Fidan, sözde Amerikalılar'ın İran'a karşı izleyeceği rotayı Tahran'la paylaşmıştı! Haberi yapan İtalyan gazeteci ilginç bir kişilikti! Meslek hayatının son 4 yılını İSRAİL'de geçirmişti!

Kaynak aynı yer olunca Fidan daha göreve gelmeden, "İran dostu" yakıştırması yapılmaya başlandı!
Türkiye'de her şey olur ancak İSRAİL'e karşı biri böylesine önemli göreve gelemezdi!
Geçmiş böyle değildi çünkü!
Bir otomobile, bir eve makamlarını İsrail'e teslim eden çok adam vardı!

Türkiye'nin çıkarları hep ikinci plandaydı!

İstanbul ve Ankara'da yükselmek bu GÜCE yakın olmakla ilişkiliydi!
Gazeteci de olsan, mühendis de olsan, istihbaratçı da olsan, asker de olsan, işadamı da olsan aynı çizgiye girmen şarttı! Bir yanda memleket, bir yanda kariyer!

Hep yol ayırımında ilerledi ülke!

İsrail'i Beyoğlu'nda kuran BARONLARA yakın olmak kişisel istikbali parlatırdı!

Sermaye ve güç onlardaydı!

29 Eylül 2013 Pazar

harf inkilabı

1933 yılı, Cumhuriyet'in 10. kuruluş yılı. Uluslararası çapta törenler düzenlenir. Bu arada devlet bir kitap çıkarır. Adı “Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne. Nasıldı? Nasıl Oldu?” Kitapta 4 maddede Arap harflerinin neden kaldırıldığı ve Latin harflerinin neden benimsendiği anlatılır. En önemli iki gerekçe açıkça belirtilmiştir:

“(Arap harfleri) Bizi teokrasinin (yani şeriatın İSLAMIN) külliyatına ve fikir yeraltlarına doğru sürüklüyordu. /Yabancıların dilimizi öğrenmelerini ve bizi tanımalarını adeta imkânsız kılıyordu. (Ekalliyetler (azınlıklar) dahil.”

Kitabın 35. sayfasındaysa yeni harflerin kolay öğrenilip modern basım tekniğinin yollarını açtığı belirtildikten sonra ilk alıntının tersine şu noktalar üzerinde durulmuştur:

“Bizi teokratik külliyatından (dinî eserler ve KURAN DAN) ve fikir yeraltlarından bir darbe de ayırmıştır. GERİYE DOĞRU UZANAN KÖPRÜYÜ DİNAMİTLEYİP ATMIŞTIR. / Yabancıların dilimizi kolayca öğrenmelerini ve ekalliyetlerin millet bünyemize girmelerini kolaylaştırmıştır.”

Altta resimlerinin altına şu cümle düşülmüş: “Kargacık burgacık Arap harflerini bir türlü sökemeyen halk, şimdi güldür güldür okumaya başladı!”

10 Eylül 2013 Salı

ULU HAKAN

ULU HAKAN NELER YAPMADI Kİ...

1. Teselya savaşı sürerken saraylı hanımlara askerler için 

çamaşır diktirdi, yaralı askerler için bizzat kendi eli ile koltuk

değneği yaptı.

2. Midilli adasını eşi Fatma Pesend Hanım'ın şahsi mülkünden

ısrarla verdiği para ile Fransızlardan geri aldı.

3. Yıldız Çini fabrikasını, Beykoz ve Kağıthane kağıt

fabrikalarını kurdu.

4. Pekin'de Üniversite kurdurdu.

5. Toplu sünnet merasimleri yaptırıp her bir çocuğa çeyrek

altın gönderdi ve bu yüzden yaz aylarında toplu sünnetlerin

yaygınlaşmasını sağladı.

6. Kendi el emeği ile kazandığı ve biriktirdiği parasından bir

kısmını her sene borç yüzünden hapse düşenleri kurtarmaya

tahsis etti. 

7 Ağustos 2013 Çarşamba

Saat 03.00 sıralarında idi, Abdülhamit han hazretlerinin sesi sarayın karanlık duvarlarında şimşek gibi yankılandı.
- “Arabacı!”

Arabacı yatağından fırladı. Atlar, koşumlar alelacele hazırlanmaya başlandı. Derken koca sultan heybetiyle sahanlıkta göründü. Halinden çok acelesinin olduğu belli oluyordu. Daha sabahlığının bir kolunu giymemişti. Elinde yalın kılıcı vardı. Merdivenleri koşarak inerken kolunu taktı. Formaliteler bir kenara bırakılmış, bütün kâinat bir noktaya kilitlenmişti sanki. Hışımla merdivenleri üçer beşer inip uçar gibi atladı arabaya. Hırsından yerinde duramıyordu. Hiç kimse hatta nöbetçiler bile neler olup bittiğini anlayamamıştı. Sert bir sesle:

- “Sür evladım, hadi çabuk ol…”

Arabacı şaklattı kırbacı. Atlar ok gibi fırladı yerinden İstanbul sokaklarında bir koşuşturma başlamıştı. Bir sultan, bir arabacı gecenin karanlığında olacak iş değildi? Nal sesleri gecenin karanlığını yırtıyor arada bir sultanın sert emirleri geliyordu arkadan;

6 Ağustos 2013 Salı

YILDIZ SUİKASTI 1905

YILDIZ SUİKASTI 1905 

21 Temmuz 1905 günü Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'e karşı Ermeni Devrimci Federasyonu tarafından Yıldız Hamidiye Camii önünde yapılmış bombalı bir suikast girişimidir[2].
Doğu Anadolu'da bağımsız bir Ermeni Devleti kurulmasını isteyen Ermeni Devrimci Federasyonu yanlısı bir grup Ermeni Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'i öldürmeyi planladı. Bu amaçla bir atlı arabaya 120 kg miktarında patlayıcı yerleştirerek padişahın Cuma selamlığından sonra Yıldız Hamidiye Camii önündeki yoluna yerleştirdiler. Suikast için padişahın kendi arabasına

SULTAN ABDÜLHAMİD'İN BATILILARA "OSMANLI YENİDEN Mİ DİRİLİYOR" DEDİRTEN İCRAATLARINDAN BAZILARI

SULTAN ABDÜLHAMİD'İN BATILILARA "OSMANLI YENİDEN Mİ DİRİLİYOR" DEDİRTEN İCRAATLARINDAN BAZILARI: 

-Mülkiye(Siyasal Bilgiler), Fakülte düzeyine getirilerek açıldı,
-Memurlara sicil tutulmaya başlandı,
-Hukuk Fakültesi açıldı,
-Muhasebat Divanı(Sayıştay) kuruldu,
-Güzel Sanatlar Fakültesi açıldı,
-Ticaret Fakültesi açıldı,
-Yüksek Mühendislik Fakültesi açıldı,
-Dârülmuallimât(Kız Öğretmen Okulu) açıldı,
-Terkos Suyu hizmete girdi,
-Bütün yurtta İdadiler(Lise) açılmaya başlandı,
-Ziraat Bankası kuruldu,
-Bursa'da İpekhane açıldı,
-Emekli Sandığı kuruldu,
-Halkalı Ziraat ve Veterinerlik Fakülteleri açıldı,
-Bursa Demiryolu hizmete girdi,
-Aşiret Okulu açıldı,
-Bütün yurtta Rüşdiyeler(Ortaokul) açılmaya başlandı,
-Kudüs Demiryolu hizmete girdi,
-Ankara Demiryolu hizmete girdi,

5 Ağustos 2013 Pazartesi

OSMANLI MATEMATİKÇİSİ GELENBEVÎ İSMÂİL EFENDİ

Dünyanın en büyük matematikçilerinden biri olan Osmanlı matematikçisi, kâdı, Hanefî mezhebi fıkıh ve kelâm âlimi olan İsmâil Efendi 1730 senesinde Manisa’ya bağlı Kırkağaç kazasının Gelenbe kasabasında doğduğundan, Gelenbevî ismiyle meşhur oldu. Küçük yaşta babasının ölümü ile yetim kalan İsmâil Efendi, annesinin yanında büyüdü. 

İlk öğrenimine Gelenbe’de başladı. Kısa zamanda başarı gösterip, zekâ ve çalışkanlığını ortaya koydu. Tahsiline devam edebilmek için İstanbul’a gitti. Fâtih Külliyesine girdi. Burada zamanın en meşhur âlimlerinden Ayaklı kütüphâne nâmıyla tanınan Müftîzâde Mehmed Emîn Efendi ve Mestanzâde Osman Efendi gibi ulemâdan ilim öğrendi. Muhammed Hâdimî hazretlerinin ilminden istifâde etti. Fıkıh, kelâm, matematik, mantık ve mühendislik ilimlerinde ilerledi.

Tahsilini başarı ile tamamlayan İsmâil Efendi, 1763 senesinde açılan rüûs imtihanını kazanarak, müderrislik payesi kazandı. Geçim sıkıntısı çekmesine rağmen vazîfe almayıp, kendisini ilmî araştırmalara verdi. Çok okuyup, daha çok çalışma yollarını aradı. Araştırma ve çalışmalarına Mehmed Emîn Efendi’nin evinde aldığı husûsî derslerle devam etti. Mantıkla ilgili Burhan kitabını bu esnada yazdı.

26 Temmuz 2013 Cuma

Mahallesi ve Evleri

Osmanlı insani dedigimiz zaman  hem bir şefkat manzumesi hatılamalı hemde cesaret abidesini...Yönteminin mahallenin ailenin egitim sisteminin ve toplumunun bu konuda ortak  niyet belirlemesi gerekir.O dönemdeki insanların yetişmesinde sokaklar kadar mahallelerin ,eğitim sistemi kadar yaşanan evlerinde rolü var.Sözün tam anlamıyla yaşanacak mekanlardı o dönemin evleri her bölümü insanın kendini  huzurlu ve mutlu hissedeceği şekilde tasarlanırdı
Osmanlı evlerinin tavanları yüksekti tavanın yüksek oluşu insanın ruhunu hem yüceltir hemde sükunet ve ferahlık verir. Evlerin pencereleri karşılıklı birbirine açılırdı.Komşular pencereden pencereye sohbet ederlerdi , birbirlerine karşı muhabbetlerini artırırlardı. Ve evde biten bişeyi istemenin en kolay yoluydu bu pencereler.istenirken başlanan sohbetler koyulaşır vakti unuttururdu ama komşuluguda ilerletirdi.Şimdilerde apartmalar var balkon kapıları halı kilim silkme kavgasına açılıyor.
                Tek yada çift katlı olan Osmanlı evlerinin bir kısmı genellikle sok

21 Temmuz 2013 Pazar

Osmanlıda Mahalle Kültürü

         Bir milletin kültürünü kontrol etmek, o milletin kültürünü kontrol etmekle, bir milleti imha ise nesillerin mazisinden tarihinden  ve bilhassa milli ve manevi değerlerinden koparmakla mümkündür.Osmalıda mahalleye yerleşmek için mahalle sakinlerinin rızası ve kefaleti lazımdı.Bir kefil olmadan mahalleye yerleşilemezdi.Mahallede sosyal düzeni bozacak şekilde davranışlarda bulunanlar ise mahallelinin isteği üzerine mahkeme kararıyla mahalleden çıkarılırdı.Ayrıca mahalleli birbirine kefildi yani mahallede bir olay meydana gelse aydınlıga kavuşturulmasında ve dogan bir zararın karşılanmasında ortaklaşa sorumludur.Böylece mahallede huzur ortaklaşa korunmuş olurdu.Mahalleli demek akrabadan daha yakın insanlar  demekti.
         Mahalenin insanları birbirlerini koruyup kollayarak birbirinin hakkını gözetir böylece kenetlenmiş bir güc oluştururlardı.Sabah namazında mahalleliden biri görülmezse  namaz çıkışı hepberaber evine ugranıp belki hasta oldugu düşüncesiyle hal hatır sorulurdu.Mahallenin namusu vardı.Her isteyen cebinde parası olan istedigi mahlleden ev tutup ikamet edemezdi.Mahalle sakinlerinden birinin ona ''ehl-i namustur, ahlaklır'' kefil olması gerekliydi.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

İnsana saygı medeniyeti

            Osmanlı medeniyeti: giyim, kuşami yeme, içme, aile, mahalle ve şehir hayatıyla her şeyiyle insana saygı medeniyetidir.Ceddimizin hayatı hoş bir nostaljinin ötesinde insana insan olmanın zevkini ve keyfini doyasıya yaşatan bir güzellirler hazinesidir.Osmanlı medeniyeti kelimeler üzerine inşaa edilmemiş, güzellikler hayatın bütün safhalarına işlenmiş ve yaşanmış.
           Selçuklu'nun yada Osmanlı'nın ulaştıkları medeniyetin sırları nelerdir?Bu tılsımı bulmak geçmişimiz adına nekadar mühim ise gelecegimiz için o kadar mühimdir.Çünkü gelecegimizin temellerini teşkil ettiği için büyük bir basiret ve suurla üstünde durmamız gereken gerçeklerdir.
          Osmanlı devletinin uzun ömürlü oluşu, toplumun huzuru ve barışıyla dogrudan irtibatlıdır.Bu sırları keşfetmek gerekir.Osmanlılarda aile genişti.Çocuklar islam ahlakıyla yetiştirilirdi.Evde çocuklar dahil kimse ayakta yemek yemezdi.Kimsenin yüksek sesle konuşmadıgı  huzu ve sükutun hakim oldugu bu evlerde edeb ve cömertlik adeta gözle görülürdü.Bunların çogu tasavvuf edebiyatının evlere nakış nakış işlenmesiydi.Öyleki ramazan ayında iftara garimüslimlerde çagırılırdı.

Atacağın her iki adımdan biri, geçmişinden olsun

               Ecdadımızın tarihiyle avrupa tarihini bir mukayese edelim.Ecdadımızın tarihinde adalet ve hürriyet vardı, avrupalıların tarihinde ise katliam zulüm ve  haksızlık vardır.Ecdadımızın yaptığı savaşlar da güvenlik sorunu olmadıgı müddetce karşı taraf istemeden başlamamıştır.
            Ecdadımız asker olarak avrupaya girdiginde bagındaki üzümü yemiş fakat parasını çıkın içinde üzümün dalına asmıştır.Avrupalılar ise bizim ülkemizi işgal ettiklerinde anne karnındaki çocukların canına kast etmişlerdir, hamile kadınların karınlarını yararak bebeklerini süngünün ucuna takmak suretiyle kahkahalar eşiliğinde zevklerini tatmin etmişlerdir.Bunun en yakın şahidi Bosna Hersektir.Her ne kadar Avrupa da olmasada Karabagı da unutmamak lazım.Buralarda yaşananlar avrrupalılar tarafından bizim insanımıza reva grülmüştür.Öyledirki haçlı seferlerinde bize yapılan saldırılar hep şehir merkezinedir.Ancak ecdadımız yaptıgı her savaşı meydanlarda yapmıştır, şehre taşıyıp masum insanlara zarar vermemiştir.
          Ecdadımız tam 6 asır dünyaya hükmetmiş denge, huzur, saadet, sevgi, saygı kabına sıgmamış taşmış.Aile hayatının getirdigi manevi huzur evlerden sokaklara, sokaklardan şehirlere yansımıştır.İslam ahlakıyla büyüyen terbiye edilen çocuklar yarının çocuklarını aynı tevazuyla büyütmüştür.

19 Temmuz 2013 Cuma

Avrupa medeniyeti mi? Geçmişin mi?

           Yeryüzünde bulunan bütün mahlukların ve bitkilerin tamamı neslini devam ettirmek için yaşar ve bunun için büyük külfetlere katlanır.
            Bizim ecdadımızda üç yüz, beş yüz hatta binlerce sene sonra gelecek neslinin dünya üzerinde şerefle yaşasın diye kanlarını akıtmış, canlarını vermiş ve bu cennet vatanı çok büyük külfetlere katlanarak bizlere hibe etmişlerdir.
            Biz torunları da bu şanlı ecdadımızı tanımamız gerekir.Ecdadı tanımak ise tarih bilincinden geçer.
Tarihini bilmeyen milletler coğrafyasının nasıl elde edildiğini ve üzerinde yaşadığı vatanın hangi şartlarda ve nasıl vatan olduğunu takdir edemez; böylece ecdat ve vatan sevgisini da kavrayamazlar.Ecdadını ve onun hayat tarzlarını bilmeyenler günlük hayatta bocalarlar.
            Dünyada ve ahirette adalete dayanmayan hiçbir faaliyet, Cenabı Hak tarafından makbule şayan görülmez.Fert, aile, millet yada devlet  olsun ecdadlarını hayırla anmadıkları takdirde, yeryüzünde huzur bulamayacaklar; istiklalleride olmayacaktır.
           Almanlar milyonlarca mark masraf ederek 600 sene evvelki ecdadının yapmış oldugu evlenme usullerini ve düğün şekillerini nesillerine aktarırken acaba aptalcamı davrandılar?