Translate

8 Aralık 2013 Pazar

Post Modern Haçlı Seferleri

2001’de ABD Başkanı Bush’un ve 2004’te de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, bugünkü Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar için ‘Haçlı Seferi’ ifadesini kullanmış olmaları, dikkatimizi bu seferlere çekiyor.

Bilindiği üzere Haçlı Seferleri, 1071 Malazgirt savaşı sonunda Anadolu’da yenilen Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans’ın Avrupa topraklarına geri çekilip, yeni güçler toplayarak Anadolu’ya ve kutsal topraklara yaptığı seferlerin adıdır. 1095-1270 yılları arasında kesintili olarak 165 yıl sürmüş olup, tam sekiz kez Haçlı orduları Anadolu ve kutsal topraklara saldırmıştı.

Haçlı’nın üç temel amacı vardı;


“Anadolu’yu ele geçirip Türk varlığına son vermek, kutsal toprakları, başta Kudüs, ele geçirmek ve Orta Doğu’daki Müslüman coğrafyanın ekonomik kaynaklarına el koymak”.

İsrail’in hedef aldığı Tevrat’ta geçen vaad edilmiş topraklar ise, MS. 70’te, Roma egemenliği altına girdi. Ardından, MS.636’da, Müslümanların eline geçti ve Emevi- Abbasi dönemi başladı. Nihayetinde 1’nci Haçlı seferleri sonunda Kudüs Haçlıların eline geçti(1099) ve Haçlılar Müslümanları olduğu gibi, Yahudileri de kırdı geçirdi.

Birinci Haçlı seferi sonunda el değiştiren Kudüs, ‘cihad’ mantığı ile yapılan bir savaş sonucu yeniden Müslümanların eline geçer. 1187 yılında, Selahaddin Eyyubi Hittin Savaşı sonunda Kudüs’ü Haçlıların elinden geri alır ve nihayetinde, 1517’de, Yavuz Sultan Selim bu toprakları Osmanlı topraklarına dahil eder. 400 yüz yıl Osmanlı idaresinde kalan Kudüs, Birinci Dünya Harbi’nde İngilizlerin, oradan da İsrailoğullarının eline geçer...

Bu tarihsel süreç içerisinde yaşanan Hıttın savaşı, İsrailoğullarına korku salan en önemli savaşlardan biridir. Çünkü Müslümanların cihad çağrısı ile toplanarak, bölgedeki Müslüman olmayan unsurlara karşı topyekun savaşması ve yenmesi, İsrailoğulları’nın bilinç altında ‘topyekun imha’ korkusu yaratır.

Günümüzde ise, bir zamanlar birbirini kıran Hıristiyan-Yahudi ikilisi, şu an Kitab-ı Mukaddes adı altında ittifaka giriyor. Yani İsrail’in karşısında artık bir Roma tehdidi yoktur. İsrail tehdidi, Müslüman coğrafyada arıyor…

Tüm bunlar gözönüne alındığında, bin yıl öncesi hedefine ulaşamayan Haçlı’nın karşısında artık tek engel kalıyor; o da, Anadolu ve Anadolu’daki Türk varlığı.

Bölge tarihçesinin kısa özeti bu…

İsrail’e bu tarihsel pencereden bakıldığında şöyle görülüyor; İsrail 1948 yılında kuruldu ama kurulduğu gün dahil günümüze kadar çevre ülkeleriyle savaş halinde bir devlet. 1948, 1967 ve 1973 yıllarında çıkan savaşları bir hatırlayınız; İsrail başta Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’la hep savaştı...

Bakınız İsrail haritasına, çevresinde neredeyse savaşmadığı ülke kalmadı İsrail’in.

Bu savaşlar yeni toprak işgalleri için bir zemin hazırlamış olsa bile, İsrail bu savaşları daha ne kadar sürdürebilir?

Bugüne kadar yapıldığı gibi, İsrail’in bu savaşları artık sürdürebilmesi mümkün görülmüyor.

Çünkü doğrudan savaş, gün gelir İsrail’i bölgede müşterek hedef haline getirebilir ve 1187’deki Selahaddin Eyyubi’nin yaptığı Hıttın savaşı gibi bir savaş çıkabilir, cihad olgusu güç kazanıp, bırakın işgal edip genişlemeyi, İsrail’i kendi topraklarını koruyamaz hale düşürebilir.

Bu noktada, bölgedeki Müslüman ülkelerin topyekun bir savaşa girerek İsrail’i yok etmeye çalışması, en büyük endişe olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle İsrail doğrudan cepheye girmiyor, Müslüman-Yahudi savaşına yol açmak istemiyor.

Bu nedenle İsrailoğulları yeni stratejiler arıyor…

Peki, nasıl bir strateji ortaya konulmalı ki İsrail hem Ortadoğu’da bir savaşın dışında kalsın, hem de hedeflerine ulaşabilsin?

Bu analiz ışığında, yeni İsrail stratejisinin bu iki temel tehdidi,” nükleer silah ve cihad”, etkisiz hale getirecek bir yol izlemesi gerekir ki varlığını koruyabilsin, zaten yeni İsrail stratejisi de bu temel üzerinde kuruluyor.

Bu da bize İsrail siyasetinin geleceği konunda ipuçları veriyor; bölge coğrafyasında nükleer silah potansiyeline sahip diğer ülkeleri vurmak, ayrıca Müslümanların cihad mantığı ile birleşmelerini engellemek için etnik-dinsel temelde bu ülkeleri ayrıştırıp parçalamak.

Bu strateji isimlendirildiğinde, karşımıza şöyle çıkıyor; nükleer silah tehdidi olarak görülen İran’ın vurulması ve kendisine tehdit gördüğü Müslüman ülkeleri, başta Libya, Mısır, Suriye ve Irak’ı etnik ve dinsel temelde ayrıştırıp, çatıştırıp parçalaması!

ABD’nin BOP adıyla duyurduğu projede de bu strateji üzerine inşa ediliyor; 22 ülkenin sınırlarının “etnik-dinsel” parçalanma ile değiştirilmesi…

Bu sınırları değiştirme hikayesinde Kürdistan öne çekiliyor, çünkü bununla İran, Irak, Suriye ve Türkiye hedef alınıyor.

Nihai amaç ise, Anadolu’nun Asya ile bağını, tampon bir yönetimle kesebilmek.

Bu nihai amaç, Haçlı seferleriyle de örtüşüyor; Anadolu’yu ele geçirmek ve Türk varlığına son vermek…

İşte Ortadoğu’da yaşananlar, Libya, Mısır, Irak ve Suriye’de yaşananların ardındaki gerçek budur…

Kutsalların merkezi Kudüs İsrail’in işgali altındadır ve ‘de facto’ olarak başkent ilan edilmiştir. Lübnan, Suriye ve Ürdün’ün bir kısım toprakları da yine İsrail’in işgali altındadır.

Libya ve Irak’ın enerji kaynaklarının yönetimleri Batı’nın eline geçmiş ve bu kaynakların ele geçirilmesi için siyasi ve askeri operasyonlar hala devam etmektedir.

Türkiye’ye gelince, İsrail için tehdit değil aksine Erdoğan siyaseti eliyle yapılanlara bakıldığında, en güçlü İsrail müttefiki olduğu görülüyor. Çünkü İsrail’in bu siyaseti ve stratejisi apaçık ortada iken, Türkiye’deki Erdoğan siyaseti on yıldır sürdürdüğü etnik-dini ayrıştırma ve on yıldır sürdürdüğü Irak, Libya, Suriye ve İran politikasıyla İsrail’e hizmet ediyor.

Son Barzani-Erdoğan buluşması da bu tespitlerimizi doğruluyor, çünkü Erdoğan, küresel proje olan Güney Kürdistan’ı tanıyor…

Bu da bize, 2004 yılında Adnan Erdoğan verilen Yahudi Üstün Cesaret Madalyası’nın neden verilmiş olduğunu ve yine aynı yıl, başbakanlık konutunda neden Yedi Kollu Şamdan’ın başköşeye konulmuş olduğunu apaçık gösteriyor.

Türkiye’de siyaset, İsrail yörüngesinde hareket ediyor…

ERDAL SARIZEYBEK
Kaynak : http://www.erdalsarizeybek.com.tr/makaleler/bir-israil-analizi-h456.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder